RUHUN RÖNESANSI

Bazen insanlığın içinde bulunduğu manzaraya bakıp umutsuzluğa kapıldığınız oluyor mu?

Bazen dünyaya iyi davranmadığımızı, kaynaklarını bilinçsizce kullanarak ona zarar verdiğimizi gözlemlediğiniz ve çaresizlik hissettiğiniz oluyor mu?

Bu karartıcı girişten sonra hemen ilk iyi haberi verelim: Yalnız değilsiniz…

Peki daha yüksek bir bilince, daha yüksek bir farkındalık seviyesine nasıl geçeceğiz…

Kısaca: “İnsan olma sanatını” nasıl daha iyi gerçekleştireceğiz?

İnsanlığa bu konuda en çok yol gösteren kaynaklar inanç sistemleri olmuştur. En ilkel seviyelerden, semavi dinlere kadar insanlık kadar eski olan bu manevi ve sosyal kılavuzların bir çoğu hali hazırda da referans olma özelliğini sürdürmektedirler.

Peki ihtiyacımız olan her bilgi bize bu kaynaklarla aktarıldı ise; neden dünyaya ve insanlara bakıp kendimizi “karamsar” hissetmemekte zorlanıyoruz? Oysa insanlık olarak çok ciddi bir mesafe kat etmedik mi? Bu kadar evrim sonucunda daha “mutlu” olmamız, çok daha iyi bir dünya yaratmış olmamız gerekmiyor muydu?

Semavi dinlerin sonuncusu olarak kabul edilen İslam dininin tebliğinden bu yana 1400 yıla yakın süre geçti. Onu takip eden tasavvuf aydınlanmasından sonra da yüzlerce yıl… Son 100 yılda da teknolojinin olağanüstü gelişimi insanoğlunun  evrimine bambaşka bir boyut kazandırdı.

Bu süreçte inanç sistemleri, özellikle dinler; mesihler ve onların örnek yaşam biçimleri ve göksel söylemleri içeren kitaplarıaracılığı ile rafine bir “bilinç” modelini oluşturmak üzere insanlığa muazzam bir destek verdiler. Bilim ve teknoloji, var oluşumuzu anlamlandırmanın çok farklı boyutlarını yaşamımıza kattı.

Külliyat olarak bakıldığında, elimizde İnsan-ı Kamil olmaya giden yolu tarif eden her bilgi teoride mevcut.

Peki sorun nerede veya bir sonraki adım ne olmalı?

Benim cevabım basit: “Kabul etmekte ve kucaklamakta”… Ama neyi?

Şu açıkça görülüyor ki; bilgiye sahip olmakla idrake sahip olmak arasındaki derin boşluğun üzerindeki sırat köprüsünde sürdürdüğümüz bu modern ve hızlı yaşamda Ruhsal Evrim ihtiyacının karşılanması, ne koyu bir inançla bir sisteme tutunmaktan, ne de onları yok saymaktan geçiyor.

Çünkü tutunduğumuz veya reddettiğimiz her şey, tutunduğumuza tutunmayan ve reddettiğimizi kabul eden herkesle bizi ayırıyor, bölüyor…

“Bir” olmamızı, “insan olma sanatını” ifa etmemizi engelliyor…

İhtiyaç; kainatın temel kuralları olan “denge” ve “düzen” içerisindeki temel sağlık hali olan “denge”yi bulmak ve kurmakta. Zira “denge” olmadan, “düzen” de olamıyor.

O halde, bu “denge” nasıl sağlanacak?

Çözüm (sözde) basit; “Ruhun Rönensansı” ile…

Peki bu nasıl olacak?

Bu bir karışım, bir füzyondur. Heterojen bir yapılanmadır. Ne “Din” gibi belirli bir sistemi, ne “Tasavvuf” gibi ince çizgide seyreden bir varlık-düşünce biçimini tek başına içermeyen bir modeldir.

Bu, içinde tüm dinlerin ortak felsefesini, Tasavvuf’ta metaforlar (remizler) halinde verilen bilgileri, uzakdoğu öğretilerinin öz’lerini, modern insanın “yaşam amacı” arayışı ile birleştirdiği bir matris yapıdır.

Yani her kaynaktan, malzemeden “gerektiği kadar” alınmış ve reçetesi her varlığın kendisi tarafından yaşam amacı ile harmanlanmış özel yaklaşımlardan söz ediyorum.

Kabul edelim, göksel kitapları henüz tam olarak deşifre edemedik, önemli bir kısmını anlayamadık. Çünkü içlerinde bu zamanı ve yarını bekleyen, ancak ve ancak idrak seviyelerinin yükselmesi durumunda açılımları yapılabilecek mesajlar, bilgiler var. Bu nedenle “sorarak” ve “yapılmış olanın benzerini yaparak” gereğini yerine getirdiğimizi düşünüyor ve dinleri o hali ile yaşıyoruz.

Bugünün dünyasında insanın ihtiyacı tek başına; ne dini sistemlerdeki gibi “bir diğerinin aynısı” olan yaşam biçimleri, ne de tasavvuftaki gibi “hal”ler,  ne uzakdoğu felsefelerindeki gibi kuvvetli tasarruflar ile, ne de ezoterik inisiyasyonlar yolu ile tek başına karşılanamaz.

Bu sistemlerin tümünün neden (günümüzün Ruhsal sermayesi içine) bir harman halinde var olageldiğini sorgulamak gereklidir. Bütün bu sistemler, “İnsan” gibi karmaşık bir yapının, Ruhsal Evrim süreci içinde bir gün ihtiyaç duyacağı için varlığını sürdürmüştür. Ve o gün, bugün’dür.

Fiziksel Evrim sürecinde gereksinim duyulmayan her şey yerini gerekli uzuv ve özelliklere terk ederken, Ruhsal Evrim sürecinde dünyada bu kadar geniş spektrumlu felsefe ve inanış biçimlerinin varlığını sürdürmesi, terk edilmemesi, birbirleri arasındaki baskı ve mücadelelere rağmen yok olmaması da çok temel bir sebepten, onlara temel seviyede “ihtiyaç” duyulmasından ötürüdür.

Ruhun Rönensansı; işte bu varlığını sürdürmekte olan tüm sistemlerden bir sentez çıkarmak, bu sentezi oluştururken de hepsine “yargısızlık” penceresinden, “eşit mesafe ve “denge” hali ile yaklaşmaktan geçmektedir.

Yeryüzündeki tüm yaşamsal sistemler (mineral, bitki, hayvan ve tüm ekosistemler) insanın varlığını ve evrimini sürdürmesi için nasıl bir altyapı sunmakta ise, tüm Ruhsal sistemler de aynı amaca hizmet etmektedir. O halde, insan varlığı nasıl bu fizik alemi ile tam bir entegrasyon ve alışveriş içinde ise ve bunların herhangi bir kısmını reddetme, dışlama, öteleme, ötekileştirme imkanına sahip değilse, Ruhsal Evrimi için de, hali hazırda var olan ve olmuş hiç bir sistem ve felsefe için de bunu yapma lüksüne sahip değildir.

Zaman içerisinde insanın Ruhsal Evrimi’ne negatif etkisi olduğu iddia edilerek tartışılmış, elimine edilmiş sistemler ve inanışlar dahi, unutulmamalıdır ki yarattığı referanslar itibarı ile insanın evrimine mutlak surette hizmet etmişlerdir.  Bu sistemler görünüşte terk edilmesine rağmen, evrimleşerek şekil değiştirmiş ve varlığını sürdürmüştür. Çünkü insanoğlu, inandığını var etme ve yaşatma yetisine sahiptir.

Misal verirsek, insanın kendi elinden çıkan ve imal ettiği putlara tapmasının anlamsız ve ilkelce olduğunu bugün konuşabiliyor olsak dabu düşünce analojik olarak bir çok insanın, insanoğlunun kendi eliyle yarattığı “para” gibi bir araca Ruhsal Evriminden daha çok önem vermesini, bir manada tapmasını ve yaşamının merkezine koymasını engelleyememektedir. Putlara, yaratım gücümüzü ifade ettiği için taptık, taptığımız heykel değil, yaratım gücümüzdü.Onun yerine parayı koymak, durumu da gerçeği değiştirmez. İnançlar ve semboller şekil değiştirebilir, ancak insanın yaşamsal temel güdüleri, evrimin en güçlü ve yok edilmesi en zor tarafıdır.

Negatif veya pozitif, size nasıl görünürse görünsün, her şey, insanın Ruhsal Evrimine hizmet eder.

O halde, bugünün bilinç – farkındalık ihtiyacının, insanoğlunun Ruhsal Evrimi yani Tekamül‘ü sürecinde oluşan herhangi bir sistemi ve felsefeyi reddetmek-kabul etmek değil, var olmuş ve olmakta olan tüm sistemleri harmanlayarak, o sistemlerin“Öz”lerini bir araya getirebildiği bir konsolidasyon olduğunu söyleyebiliriz.

İşte Ruhun Rönensansı’nın harcı budur.

Bir çok tanımı olmakla birlikte, gerekli duruş, “Sonsuzluk” denilen, herşeye eşit mesafede olma halidir. Bugün İnsan Ruhu’nun ölümsüz ve sonsuz olduğunu tüm  öğretiler kabul etmektedir. Rönesans ancak, sonsuz varlık halindeki bu Ruh’un, sonsuz yolculuğu içinde var olan herşeye eşit mesafeden bakma hali ile sağlanabilir. Bu tanım fazla geniş ve metaforik geliyorsa, siz buna “Kucaklama” da diyebilirsiniz.

Ruhun Rönesansı, günün gözü ile değil, Ruh’un gözü ile bakma hali ile mümkündür. Zira günün gözü ağırlıkla geçmişin birikimlerinin yarattığı yığını görmeye eğilimlidir. Oysa Ruh’un gözü zamansızdır. Evrensel ihtiyacını en iyi bilendir.

Bu bakış; zamandan bağımsız, öğretiden bağımsız, inanıştan bağımsız, ama bir taraftan, hepsini içeren, kucaklayan, varlığını hoşgörü ile kabul eden bir yaklaşımdır.

Reddederek dışlamak yerine, kucaklayarak anlamaktan geçen bir yaklaşımdır. Reddetmek; ihtiyaç görmemek, belirli ölçülerde ise zarardan kaçınmak temellidir. Oysa ne var oldu ve olmakta ise, Ruhun Evrimi içindir.

Ruh Tanrısal’dır ve Tanrı din seçmez. Ruh, tüm inanışları ve felsefeleri tekamül yolcuğunda bir araç, bir yardımcı olarak benimser. Araçlar bize yardımcı olur ve bizi bir yerden bir yere ulaştırır. Ama vardığınızda inmesini de bilmelisiniz. Zira araçlara bağlanırsanız o seviyede, onun limitleri içinde, sizi taşıyabildiği noktada kalırsınız. Oysa Ruh yolculuğuna devam etmelidir. Varlık sebebi budur; tekamül basamaklarında yukarıya çıkmak. Ve tekamül sonsuzdur.

Ruhunuzun tekamülüne, negatif veya pozitif, nasıl göründüğü -algıladığınız- fark etmez, katkı sağlayan her inanış ve sistem, Öz’ünüze kattığı değer ve farkındalık sebebi ile, Ruh’unuzun parçasıdır. Reddetseniz de, etmeseniz de.

Ruhun Rönesansı, lineer uzay-zaman ekseninde geçmişten bugüne gelen sistemlerin sorgulanması, yaşanması-yaşatılması yaklaşımı üzerine değil, tüm bunların özlerinin harmanlanarak Ruh’un hedefini bir sonraki aşamaya odaklaması ile mümkündür.  Bu da, eldeki tüm zamanların getirdiği Ruhsal zenginliğin gücü ile yaratılabilir. “Bir sonraki aşamada ne var” sorusunun yanıtının arayışı bu rönesansın ilk ve en büyük adımını yaratacaktır.

Şimdi hem kendiniz hem de dünya için güzel bir adım atın; var olmuş ve olmakta olan her şeyin, Ruhunuzun Yolculuğuna hizmet ettiğini fark edin ve onları kucaklayın…

Belki de daha iyi bir dünya için “tek” ihtiyacımız budur; kabule geçmek ve kucaklamak…

Sevgiyle kalın,

Erhan Aslan